26 Kasım 2011 Cumartesi

YENİ MEDYA VE YURTTAŞ GAZETECİLİĞİ

YENİ MEDYA VE YURTTAŞ GAZETECİLİĞİ

Yurttaş Gezeteciliği
Dünyada olup biten ve haber niteliği taşıyan her olay artık haber portalları ve televizyon haber kanallarından önce sosyal medyaya düşmektedir. Metinler 140 karaktere sığdırılıp ‘tweet’ olarak Twitter’dan, metin ve görüntüler Facebook’tan, videolar You Tube’dan, fotoğraflar ise Flickr gibi sitelerden aynı anda tüm dünya ile paylaşılmaktadır.
Türkiye’de internet çok pahalı olmasına karşın, bağlantı hızı ve kalitesi çok düşük olduğu için videoları izlemek zor olmaktadır. Sık sık “loading” uyarısı ile bölünen videolar, bir süre sonra izleyiciyi bu isteğinden vazgeçirmektedir.
Gelişmiş iletişim teknolojisinin hızlı bireysel kullanımı, bilgi akışının denetimini devlet tekelinden çıkarmaktadır.
İnternet ve sosyal medya sonrası oluşan, ceplerindeki multimedya özellikli akıllı cep telefonları ve dijital fotoğraf+video kameralarla donanmış yurttaş gazeteciler, bir zamanlar, önce İHA (İhlas Haber Ajansı), sonra da CHA (Cihan Haber Ajansı) nın yaygın olarak kurduğu ‘sokak muhabirleri’ ağını bile bugün artık geride bırakmışlardır.
Önceki yıllardaki, Olacak O Kadar programının fenomeni ‘tam teçhizatlı kameraman’ Cevat Kelle’yi bile kıskandıracak bu sosyal medya muhabirleri, internete 7/24 haber/içerik yüklemektedir.
Üstelik bu amatör haber/içerikler, sonradan büyük televizyon haber kanalları ve internet haber portalları tarafından da kullanılmaktadır.

Dijital Enternasyonal!
Harvard Üniversitesi’nde iletişim toplumbilimleri araştırmaları yapan Berkman Merkezi’nin Yöneticisi James F. Moore’ye göre, günümüzde blogger’lar ‘birinci güç’ olan ulus-devletlere karşı, global/dijital ölçekte örgütlenmiş ve aydınlanmış yurttaşı temsilen ‘ikinci güç’ü oluşturuyorlar. Moore, ayrıca bu global bilinç ve gücün dünyayı değiştirebileceğini de ekliyor.
Coğrafi sınırlar giderek işlevini yitirirken, ‘ulusal yurttaşlık’ bilinci, yerini yavaş yavaş ‘global yurttaşlık’ bilincine bırakmaktadır. İletişim çağında oluşan küresel ağ ve bilgi toplumu, insanın varolduğu günden bu yana, toplumsal yaşamın en önemli unsuru olan bölgesel kültürel özellikleri de nötralize etkileyerek, ortak dünya kültürüne dönüştürmesi olasıdır.
Karl Marx’ın özlemi olan, bütün ülkelerin işçileri birleşerek ‘proleterya enternasyonalizmi’ni gerçekleştirememişlerse de, bugün internet ağı üzerindeki sosyal medya oluşumu sayesinde ‘dijital dünya yurttaşlığı’ gerçekleşmiştir.
Bu global yurttaşlar yaşadıkları tüm toplumsal olayları anında birbirleri ile dijital ekosistemde paylaşmakta ve böylece dünya üzerinde olup bitenlerden yine anında haberdar olmaktadırlar. Üstelik öğrenmekle de kalmayıp, sosyal medya üzerinde çok hızlı örgütlenip olaylara yön bile vermektedirler.

Mızrak Çuvala Sığmıyor!
Ulus-devletlerdeki egemen güçlerin yanlışları karşısında gerçekleştirilen sivil toplum itaatsizlik eylemleri öncelikle sosyal medyada örgütlenip, gelişmektedir. Sözlü başlayan eleştiri ve sitemler, paylaşıldıkça büyüyerek, kimi zaman siyasal-toplumsal eylemlere bile dönüşebilmektedir.
Ülkemizde ekşi sözlük, inci sözlük, İTÜ sözlük, uludağ sözlük gibi örneklerini gördüğümüz sözlük blogları, her hangi bir konuda yazarlarının kişisel yaşam deneyimlerini de kattıkları özgür, bağımsız, otosansürsüz bilgilere ulaşmada önemli bir dijital kaynak işlevini görmektedirler. Dolayısıyla bu sözlükler, dijital yurttaş gazeteciliğinin ilginç bir türünü oluşturmaktadır.
Ancak Twitter çıkıp yaygınlaşmaya başladıktan sonra, blogların sayısı ve sunulan içerik azalmaya başlamıştır. Hatta bazı bloggerlar bloglarını kapatıp, Twitter’da ‘140 karaktere’ sığmaya çalışmışlardır.
İnternet, önce büyük bir hevesle açılıp, her gün yazılıp içerik eklenerek güncellenen, sonra yük gelmeye başlayıp, yazı ve güncellemeler giderek seyrekleşen, en sonunda da unutulup giden bloglarla doludur.
Yasama, yürütme, yargı güçlerini elinde bulunduran ulus-devletler karşısında ‘dördüncü güç’ olarak bağımsızlığını yitirerek zayıf düşen geleneksel medyanın yardımına dijital medya yetişmiştir.
Ulus-devletlerin geleneksel medyaya uyguladıkları baskı ve yaptırımları, dijital medyaya uygulamaları, gelişmiş iletişim teknolojisi ve yaygınlık özelliklerinden dolayı tümüyle mümkün olamamaktadır.

Yerel İnternet Haberciliği
İnternet ile birlikte yerel habercilik daha da ‘yerelleşerek’, “semt haberciliği” ortaya çıkmıştır. Çünkü sistemin teknolojik yapısı ve kullanıcı portföyü buna olanak sağlamaktadır.
“Hyperlocal News” yani ‘ultra yerel habercilik’ olarak da adlandırılan bu alan, internetten önce de zaten köklü bir yerel radyo televizyon geleneği olan Amerika’da hızla yayılmaktadır. Amerika’nın yanı sıra son yıllarda Avrupa’da da ilgi görmektedir. Artık tüm büyük haber kuruluşlarının aynı zamanda ‘yerel blogları’ da var. Buralarda insanlar kendi hayatlarına, yörelerine yönelik ‘semt gazeteleri’ni oluşturuyorlar. Bu bloglarda halkın da etkileşimli olarak “içeriğe” katkıda bulunmasına, ortak olmasına olanak sağlanmakta, böylece ‘okur/izleyici bağlılığı’ da arttırılmaktadır.
“Semt gazeteciliği”, bizdeki yüksek tirajlı gazetelerin İstanbul, Ankara, İzmir dışında diğer bazı büyük şehirlerde de günlük olarak verdikleri “bölge ekleri”nin daha yerelleştirilmiş içeriğinin online internet ortamına aktarılması ile oluşmaktadır. İlgi gören bu mikro yerel haberler de, dijital gazetecilik de kendisine bir yer açmıştır.
Diğer benzer konulardaki yavaş gelişme süreçlerinde olduğu gibi, bu ‘trend’in de Türkiye’de henüz yeterince önemsenmediğini görüyoruz

Bloggerlar
Dünyanın dijital seyir defteri ve birer hayat günlüğü olan Facebook, Twitter gibi paylaşım siteleri ve bloglardan oluşan sosyal medya, bırakın geleneksel medyayı, profesyonel dijital gazeteciliğin bile tahtını sallamaktadır. Kurumsal haber portallarıyla adeta yarışan ‘blog’lar ve Twitter yazarları var.
Her ne kadar bloggerlar hiçbir zaman gazeteci olma iddia ve hedefinde olmamışlarsa da, bazı kişisel bloglar bugün dijital gazetecilikten pay alacak kadar birikim ve izlenme/okunma oranına sahiptirler. Dijital gazetecilik, profesyonel haber portalları ile sosyal medya ve birer mikrosite olan blogların sentezidir.
Söylemleri yeni, biçemleri hep eleştirel sivri dilli ve alaycı, argo sözcükleri kullanmaktan çekinmeyen, sokak ağzıyla yazan, gözünü budaktan sakınmayan ‘bloggerlar’, geleneksel medyanın kapsamı dışında kalan konulara değinerek büyük ilgi görüyorlardı. Böylece yepyeni bir dijital-kitlesel iletişim platformu oluşuyordu.
Kaiser geziye çıkmadan önce, “Bütün kuşbeyinli uyruklarını yıkanmış paklanmış olarak” görsün diye nazırları, gözcüleri, teşrifatçıları Almanya’nın dört yanına haber saldığında, Kaiser’in buyruklarına göre düzenlenmiş uydurma bir hayatı yaşamaktansa, kendi oyunlarını sürdürmek isteyen çocuklar direnir, yıkanmak istemezlermiş. İşte bugün bloggerlar, tam da kendilerini hayatın ‘nesnesi’ değil, ‘öznesi’ olarak gören “yıkanmak istemeyen çocuklara” denk geliyor. (Ünsal Oskay Hocamızı, saygı ve sevgi ile anıyorum)
İlk kez Adorno tarafından, henüz internet ve cep telefonlarının olmadığı bir dönemde dile getirilen “kültür endüstrisi”, bilgi teknolojileri gelişimi ve internetin ortaya çıkıp yaygınlaşmasından sonra büyük boyutlara ulaşmıştır. Dolayısıyla buna “teknoloji kültürü endüstrisi” de denilebilir.

Eskiden ağzı olan konuşuyordu! Şimdi ise klavyesi ya da dokunmatik ekranı olan yazıyor!
Gönüllü yaratılıp üretenlerin çoğu egosu ve vicdanlarını, çok az bir bölümü de cüzdanlarını tatmin ederken, tüketiciler de bu içeriği genellikle bedelsiz okuyup izliyorlardı. Yani bir tür alan razı, veren razı durumu!
Bu arada en çok kazanan da kuşkusuz teknoloji üreticileri, servis sağlayıcılar ve popüler kültür endüstrisi yani “yeni ekonomi” oluyordu.

Dünyanın en etkili haber dergilerinden Time, her yılsonu dünyada “yılın insanı”nı seçer ve fotoğrafını kapağında yayınlar. Time 2006 Yılı başında bir sürpriz yapıp kapağına, bakanların kendilerini görmelerini sağlayan ayna işlevini görecek gümüş varak yaldız basıp, Yılın İnsanı “Sizsiniz” diyordu! Milyonlarca aktif – etkileşimli internet ve sosyal medya kullanıcısını “yılın insanı” ilan ediyordu.

Aynı Time Dergisi, aradan beş yıl geçtikten sonra 2010 yılı sonunda da, bu kez ‘yılın insanı’ olarak, dünyada sosyal medyanın fenomeni olan Facebook’un kurucusu 1984 doğumlu Mark Zuckerberg’i “yılın adamı” seçiyordu.
İletişim yöntemlerinin hızla geliştiği bir dönemde, internet bağlantısı ve sosyal paylaşım siteleri kullanıcısı olan her yurttaş, kendisini bir haberci gibi görmektedir. Herkesin verecek bir haberi, verecek haberi olmayanların bile anlatacakları, paylaşacakları mutlaka bir ‘hikayeleri’ var.

.Blogger : KÂMİL ERYAZAR


WikiLeaks yurttaş gazeteciliği devrimi!
WikiLeaks sürecini yorumlayan Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, "yeni medya düzeni"nin miladının yurttaş gazeteciliği devrimine yol açacağını düşünüyor.
Wikileaks yeni medyanın sembolü oldu. İlk kez mevcut medyayı, siyaseti, bilgi üzerinden kurulan iktidarı değiştirecek bir kapı araladı. Bu yeni medyanın gizlenen kirli gerçeği afişe etmesinde kuşkusuz anarşistçe bir tavır, bu kadar geniş bir takdir ve dayanışmayla karşılanmasında ise umut var.
Wikileaks'in medyada bir milat olup olmayacağını, neyi değiştirdiğini Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, Star Gazetesi'nden Fadime Özkan'a anlattı...
İşte o sohbetten satırbaşları:
Wikileaks olayı aslında tam olarak nedir, 'yeni medya düzeni'nin başlangıcı, sembolü, habercisi midir?
Wikileaks olayı haber kavramını adeta metamorfoza uğrattı bu olay. Medyanın var oluş sebebi -biraz ütopik kalmış olsa da- dördüncü kuvvet, bir erk olarak ortaya çıkış amacı, tamamen kamunun bilgi edinme hakkıydı. Kamu hizmeti verecek kamuyu bilgilendirecek, mümkün mertebe gerçeği nesnel şekilde aktaracaktı. Ancak küreselleşmenin ivme kazanmasıyla bu özelliğini otomatikman yitirdi

Wikileaks’i diğer medyadan ayıran ne?
Wikileaks’in mülkiyet yapısı, zihniyeti. Bir ulusa devlete bağlı değil, devletsiz bir medya. Hatta medya mı değil mi diye de tartışılıyor ama ham bir enformasyonu dağıtıyor ve global medyayla da ciddi bir ilişki yürütüyor. New York Times, Le Monde, El Pais, Guardian. Bunlar ciddi saygın gazeteler. Gerçi New York Times, baba ve oğul Bush yönetimleriyle her zaman uyum ve ahenk içindeydi. 1. Körfez Savaşında, Afganistan ve Irak’ın işgalinde, kitle imha silahları konusunda kötü bir sınav vermiş, yönetimle adeta suç ortaklığı içine girmiş ve propaganda bürosu gibi çalışmıştı.
Bilgiye ulaşmak, bilginin kullanımı, o bilgiye yani güce sahip olanların yani medyanın devletin sermayenin okurla genel kamuoyuyla ilişkileri bakımından wikileaks bir başlangıç, yeni medya düzeninin miladıdır denebilir mi?
Evet. Bu olayı yeni bir medya düzeninin başlangıcı, miladı olarak ilan edebiliriz. Çünkü geleneksel medya dediğimiz medya, ne yazık ki görevini icra etmiyor. Birilerinin çıkıp geleneksel medyaya, senin görevin şu, sen bu kadar zamandır bunu niye yapmıyorsun, bak işte biz yaptık, bu iş böyle yapılır, demesi, onun önüne geçmesi gerekiyordu. Bu anlamda wikileaks bir tür öncü ve geleneksel medyada yurttaş gazeteciliği için de başlangıçtır.

“MANHATTAN’I İŞGAL EDELİM”
11 Eylül 2001’de Bin Ladin’in kamikaze komandoları Güney Manhattan’ın kalbinde ikiz kuleleri vurdu. 17 Eylül 2011’de başlayan darbe ise bu kez Amerikan’ın içinden geliyor.
Gelişim o kadar etkileyici ki; “Wall Street’i işgal edelim” eylemine hiç beklenmedik çevrelerden katılımlar geliyor. Otuz beş yaşında olduğunu söyleyen bir kadın “iyi eğitim gördüm, işim var, bir şirkette çalışıyorum ama ne evim var, ne de bir köşede birikmiş param. İşimden bu eyleme katılmak için iki gün izin aldım. Wall Street’de sokakta yatarak eyleme katılıyorum.” Mühendisler, avukatlar da işsizlerin yanında bu eyleme katılıyorlar. Amerikan işçi sendikaları eyleme destek veriyor.

NEDEN?
“Wall Street” nasıl “özgürlük meydanı”, Amerika’nın “Tahrir” meydanı oluyor?
Birinci açıklama: Her altı Amerikalıdan birinin borsada hissesinin olduğu bir ülkede ülkenin sürüklendiği mali ve ekonomik kriz bir türlü aşılamıyor. Büyüme zayıf kalıyor. Çalışan nüfusun % 9’u işsiz.
Birde derin sebep var: “Amerikan rüyası” var mı, yok mu? “Amerikan rüyası” aslında ülkenin çimentosunu oluşturuyor. Bu inanışa göre her Amerikalı çalışırsa sıfırdan dolar milyarderliğine ulaşabilir. Limuzin arabalar, özel uçaklar, gökdelenlerde görkemli sarayımsı daireler, süper malikanelere sahip olabilir. Dünyanın en ünlü üniversiteleri Amerika’da. Öğrenciler daha bu üniversitelere girdikleri anda mezuniyette alacakları ücreti ve bu ücretin daha sonraki yıllardaki artışını rakamsal olarak bilebiliyorlar. Başarı kesin. Yolu bankalardan, büyük şirketlerden, borsadan geçiyor. “Amerikan rüyası” bu temel inanç üzerine kuruluyor.
Ama ya gerçek? “Biz % 99’uz” diyen eylemciler başka bir gerçeği ifade etmiyor mu? Amerikan rüyası başarısızlıkları nasıl açıklayacak? İdeolojik cevap: “Başarısızsanız sebebini kendinizde arayın, sistemde değil.”
“Wall Street’i işgal edelim” eylemi iki diğer gerçeği ortaya koyuyor. Sistem önemli yığınları işsiz bırakıyor. Gene önemli bir gerçek: Çalışanlar da refahtan pay alamıyorlar. Ve bu iki kesimin de ortak noktası: Maddi sıkıntıların yanında psikolojik yıkım içinde olmaları.

YA OBAMA?
Obama’yı iktidara “Amerikan rüyasında” bardağın dolu değil, boş tarafı getirdi. Esasında Wall Street eylemcileri Obama’nın seçmenleri: Siyahiler, işsizler, düşük ücretliler, mutsuzlar yani Amerika’nın çoğunluğu. Obama “yapabiliriz, ümit edebiliriz, değiştirebiliriz” sloganlarıyla geldi. İktidara geldiği zaman yapılan törenler bu büyük coşkuyu ortaya koydu.
Ama iktidara geldiği sırada patlak veren büyük ekonomik kriz Obama’yı fena sarstı. Karşı olduğu finans sektörüyle iş birliği yaptı. Daha sonra bankacılık ve mali sistemde yapacağı değişiklikleri de Cumhuriyetçi kongre engelledi.
Obama eylemcileri anladığını ifade ediyor. Ama seçimlere bir yıl kala bu eylemler, kendi başarısızlığını da kanıtlamıyor mu? Eylemcilere fazla yaklaşmak kendi ılımlı seçmenlerini ve taraftarlarını endişelendirmeyecek mi?
Wall Street eylemi yayılır mı? 1968 yılında Vietnam’a asker olarak gitmek istemeyen genç Amerikalıların, California’da başlattıkları eylem bütün dünyaya yayılmıştı ve her ülkenin kendi kültürel ve siyasi farklı atmosferinde değişik bir şekil almıştı. “68 kuşakları” kimi ülkede özgürlüğü, kimi ülkede de kin ve kutuplaşmayı körüklemişti.
2011 olayları tam tersine Amerika’ya dışarıdan ithal oldu. “Wall Street’i Tahrir meydanı yapalım” sloganı bu durumu özetliyor. Olaylar New York’a oradan Houston, Chicago ve San Francisco’ya sıçradı. Ama Amerika’ya Londra, Madrid, İtalya, Fransa, Tunus, Libya, Moskova, Kahire ve Suriye’den geldi. ABD’ye ulaştıktan sonra 20. Yüzyılın kapitalizm modelinin eleştirisine dönüştü. Bu değişim sonucu bu kez dünyanın geri kalan kısmı New York’tan etkilenebilir.

WALL STREET'DE ÇIKAN OLAYLAR
New York'ta sabah saatlerinde düzenlenen gösterilerde çıkan arbedede yaklaşık üç yüz kişinin tutuklandığı bildirildi.
ABD'de iki aydır gelir dağılımı eşitsizliğini, Wall Street'i, bankaları ve ekonomik politikaları protesto eden ''Wall Street'i İşgal Et'' eylemcileri, ülkenin pek çok yerindeki kamplarının polis tarafından dağıtılmasının ardından sokaklara döküldü, ''Protestoları bitirmeye hazır değiliz'' mesajı verdi.
New York başta olmak üzere, Los Angeles, Las Vegas, Washington, Chicago, Portland, Seattle, Dallas, Philadelphia ve St. Louis kentlerinde binlerce protestocu, sloganlar atarak sokaklarda ve kentlerin simgeleri haline gelen ünlü köprülerde yürüdü.
Bazı kentlerde sendikaların işsizliği protesto etmek için düzenlediği gösterilerle de çakışan ''Wall Street'' eylemlerinin genellikle barışçıl bir ortamda geçtiği bildirilirken, ülke genelinde yüzlerce protestocunun trafiği aksatmaktan ötürü tutuklandığı belirtildi.
ABD'de Eylül ortasında New York'ta doğan ''işgal'' hareketinin ardından ülkedeki birçok eyalette kurulan çadır kamplarda geçen hafta ölümler yaşanması sonucunda yetkililer göstericilerden kampları boşaltmalarını istemişti.






Derleyen: Erdem Güngör

25 Kasım 2011 Cuma

Bu blog Anadolu Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Grafik Bölümü, GRA333 Yeni Medya dersini alan öğrencilerin dersle ilgili çalışmalarını ve notlarını, araştırmalarını paylaştıkları bir yeni medya blogudur.